BAŞKENT ÜNİVERSİTESİbaskent.edu.tr
KURUM VİDEOLARININ FARKLI KİŞİLERCE İZLENME SAYISI 2.077.322

Prof. Dr. Mithat ÇORUH - Mütevelli Heyet Başkanı

Sayın seyirciler, Üniversite Tercihleri programı ile tekrar karşınızdayız. Bugünkü konuğumuz Başkent Üniversitesi mütevelli heyet başkanı Prof. Dr. Mithat Çoruh. Hocam her şeyden önce bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Programımıza hoş geldiniz. Başkent Üniversitesi mütevelli heyet başkanı olarak en başta misyon ve vizyonunuzun ne olduğundan kısaca bahsetmeniz mümkün mü? Bütün kuruluşlarda olduğu gibi, kuruluşların başında, kuruluşların kendi misyonlarını ve vizyonlarını yazarlar. Yani ne için kurulmuşlardır, neye hizmet verecekler… Bunlarla ilgili bir vizyon belirtirler. Ve misyonları da oradan ortaya çıkar. Yani kısa vadeli olacak yapacaklarının ne olduğunu belirler… İşte eğitim hizmetlerini belirlerler, sağlık hizmetlerini belirler. Ama bunu yaparken de ileriye doğru nasıl bir karar vereceklerini de belirlerler. Burada vizyon ve misyonu da belirten Başkent Üniversitesi kurucu vakıflarıdır. Hem eğitimde, hem sağlıkta, hem yönetimde, her yerde geçerli olan bir ifademiz var. İçerik olarak nasıl bir tanımlama ile doldurabilirsiniz? Başkent Üniversitesi, eğitimde, sağlıkta hizmet veren başlıca kuruluşlardan biridir. Bunun yanında, tabi ki diğer üniversite kuruluşlarına da destek olurlar. Hepsini söylemeye gerek yok. Burası, Türkiye halkının ihtiyaç ve beklentilerine uyarlı bir eğitim ve sağlık kuruluşudur. Bunun devamını nasıl sağlarız, öğrenciyi nasıl yetiştiririz, amacımız nedir… Bunları sorarız. Öğrencinin öğrenimine odaklı bir eğitim belirlemeye çalışmaktayız. Buna göre, ne yapacağız, bunu nasıl devam ettireceğiz ve bu eğitimdeki amacımız nedir, bütün bunları vizyonumuz belirler. Yönetim kendine göre bir yol çizer, rektör kendine göre bir yol çizer, dekan kendine göre biçimlendirir. Fakat bizim amacımız hep aynıdır. Bizim amacımız dışına vizyonumuz çıkmaz. Siz özellikle kaliteli yönetim sistemlerinin tanımlanması, ülkemizde uygulanması ve uluslararası anlamda da bu anlayışı her alanda uygulamaya çalışıyorsunuz. Başkent Üniversitesi’ndeki bu politikanın uygulanması konusunda da ciddi çalışmalarınız var. Kısaca kalite yönetim sistemi, Başkent Üniversitesi’nde nasıl uygulanabilmektedir, bize bunun hakkında bilgi verebilirseniz çok mutlu oluruz. Öncelikle, kalite bilgi yönetimi dendiği zaman eskiden bunun tanımı yoktu. Kalitenin tanımı daha sonra belirlendi. Bunda da “kalite demek, müşterinin memnuniyeti demektir” anlayışı belirlendi. Bütün kuruluşlar da – işletme olsun, hizmet olsun, üretim olsun- bunu kabul etti. Yani, müşterinin istek ve beklentilerine uygun ya hizmet ya da ürün vermek esas amaçtır. Bu tanım, bugün için de kabul edilmektedir. Fakat herkes kendi müşterisini tayin etmelidir. Bizim müşterimiz kimdir? Bir yandan Türk toplumudur, bir yandan öğrencilerimizdir, bir yandan hocalarımızdır, öğretmenlerimizdir. Dolayısıyla biz müşteri dediğimiz zaman, onların isteklerini ve beklentilerini öne alarak düşünürüz. Tabi ki bir profesörün yanında çalışanlar da vardır; o da aynı düşünceden gider. Kendisinin sorumlu olduğu müşteri anlayışıyla, onlara müşteri demez ama yanımdaki asistanlar olarak tanımlar. Dolayısıyla herkes kendisinin verdiği hizmet ve üretim şekline göre, onların ihtiyaçlarını, onların beklentilerini de içine alan bir yönetim tarzı geliştirmelidir. Başkent Üniversitesi de bunu bir yandan ülke çapında düşünüyor, bir yandan Avrupa Birliği Üniversiteleri ile işbirliği içinde çalışıyor. Onlarla rekabet edebilecek düzeyde çalışıyor. Çünkü her yerde, sizin mezun ettiğiniz öğrencinin bir yerlerde kabul edilmesi lazım. Başkent Üniversitesi bunu dikkate alarak rekabetçi öğrenciler yetiştirmek ve mezun etmek istiyor. Bu lisans, önlisans, yüksek lisans, doktora, bütün programlarda geçerli. Bu programların hepsine rekabet var. Bu rekabet birbirini incitici değildir; daha çok bilgi odaklıdır. Bu yüzden kabul edilen kalite sistemimiz öğrenim odaklıdır. Yani eskiden öğrenciye verilen öğretim odaklı idi; fakat bu değişerek öğrenim odaklı oldu. Öğrencinin ne öğrendiğini ölçeceksiniz. On öğrenciye bir profesör düşecek şekilde eğitim vermek iyidir; ama öğrenci ne kazandı, bunu ölçebiliyorsanız öğrenim odaklı eğitim veriyorsunuz demektir. Başkent Üniversitesi’nde de bu amaçlanıyor. Fakat bununla ilgili öğretim üyeleri değişik zamanlarda, bu programlarla ilgili bilgiler almakta. Akademik kadromuza bu bilgiler verilmiştir ve bunu uygulamaları istenir. Bir de, daima bir liderlik pozisyonumuz vardır. Lider denince, tek kişiyi düşünmemeliyiz. Siz kimi kastediyorsanız, biz ona, tepe yönetim diyoruz. Tepe yönetim icraatı yapan organdır. Örneğin üniversitede diyebilirsiniz ki bizim öğretim sistemimizde tepe yönetim rektör ve senato olur. Onları tanımlamaz kalite sistemi. Siz neyi belirlerseniz, kalite yönetimi o belirler. O halde, liderlik, sonunda işin kurulması, sistemin oluşması ve yerleştirilmesi, öğretilmesiyle ilgili bütün sorumlulukları alır. Üst düzeydeki tayinleri belirler. Dolayısıyla başından itibaren kademe kademe bütün sorumluluklar birilerine aktarılır. Fakat esas sorumluluk tepe yönetimdir. Bizde de böyledir. Yani gerçek sorumluluğu üstlenen kişi liderlik pozisyonunu doldurması gereken kişi oluyor. Evet, kişi ya da kişiler. Yani kalite yönetim sistemi “kişi” demez, “tepe yönetim” der. Tepe yönetimi siz nasıl tanımlıyorsanız sorumlu odur.

Üniversitede uygulanan kalite yönetim sistemi ve var olan liderlik vizyonu çerçevesine şöyle bir şey söyleyebilir miyiz: Sorgulayan öğrenci (Evet), öğrencinin sorgulamayı öğrenebilmesi için aslında öğretim verilen değil de, öğrenim kazandırılan öğrenci. Çok güzel. Böylelikle de, mezun olduktan sonra uluslararası alanda bile rekabet gücüne sahip, bu vasıfta ve bu vizyonda olan öğrenci demektir. Kalite yönetim sistemi, bir bilim dalı değildir. Kalite yönetim sistemi tamamiyle bir uygulama ve yönetim bilgisidir. Bu yönetim bilgisine de process yaklaşım gereklidir. Türkiye’de process yaklaşımı önemlidir. Türkiye’de de biz bunu kullanıyoruz, çünkü beynelmileldir. Türkiye’de process bir aktiviteyi ifade ediyor, lügatlerde. Fakat evvela siz hedefinizi belirleyeceksiniz. Bu hedef ölçülebilir bir hedef olacak. Daha sonra bu hedef için hangi bilgilere sahip olmak gerekiyor, onları araştıracaksın. Daha sonra bunu çalışma grubunuzla birlikte bir yerlere getirmeye çalışacaksınız. Ölçümler de buna göre olacak. Bu rektör için böyleyse, dekan için de kendi çapında öyle, bölüm başkanı için de böyle. En aşağıdaki üniteye kadar böyle. Tabi ki hep gruplar söz konusu. Bunlara da kalite takım grupları. Bilkent’te de bu yapılıyor. Başlangıçtan beri entegre bir sistem belirlenmiştir. Kalite sistemi de zaten entegre bir sistem ister. Bu bakımdan, öğrencinin yalnızca öğrendiği teorik bilgiler değil; teorik bilgiyi pratiğe uygulama beceresi de önemlidir. Bunun için bilhassa Avrupa ve Amerika’da pek çok üniversitede çok fazla ödev verilir. Bu ödevlerin de yapılmasını iş yerinde ister. Hatta bazıları bütün eğitimlerini iş yerinde yapar. Birçok genç, teorik bilgisini sokma becerisini kazanıyor. Kalite sistemi öyle bir sistem ki, hem sosyal hayatta devamlı geçerli, hem iş hayatında devamlı geçerli. Sürekli olarak bir yerde ispatlanacak düzeyde olmalı. Ölçülebilir hedefler doğrultusunda, bütün aktivitenizi o gruplarla yapıyorsunuz. Somut sonuçlar ortaya koyması gerekiyor, öyle mi? Evet, öyle. Siz evvela belirtiyorsunuz hedefinizi. Ve pek tabi, hedef ölçülebilir bir hedef olacak ki en tepe yönetim tarafından kabul edilsin. Yani her şey bir proje anlayışıyla yapılmakta. Eskiden, diyelim ki sadece doktora programında bir hedef verilirdi. O hedef doğrultusunda o hedefi doğrulamak için choice yapardık. Şimdi aynı şey daha öğrenilirken, öğrenci tarafından kendi düzeyinde –ister ön lisans, ister lisans, isterse daha yüksek düzey olsun- her şey bir projedir. Bu projeyi de o bölüm sorumlusunun verme zorunluluğu var. Peki sizin anlattıklarınıza istinaden anladığım kadarıyla şöyle bir değerlendirme yapmak istiyorum. Aslında, baştan beri, tepe yönetimle başlayan ve liderlik vasfıyla hayata geçirilen süreç yönetimi, buradaki öğrencilere kadar indirgenerek, o öğrencilerin bu sistem çerçevesinde kendilerini, hayatı sorgulayan, kendi beklentilerini yaşam standartlarına göre, kalite yönetimlerini kendi hayatlarına uygulayan bireyler olarak mezun edilmesi amaçlanıyor. Çok doğru. Bunu eğitimde muhakkak suretle biz yapıyoruz. “Mithat Çoruh Kalite Yönetimi Merkezi” isminde bir merkezimiz var. Yaklaşık 15 - 20 senedir öğrenciye de eğitim vermekte. Bu öğrencilere evvela farkındalık eğitim veriyoruz. Ardından, yönetimin teknikleri nedir, bunu öğretiyoruz. Ama bu teknikler hem sosyal hayatta geçerli, hem kendi derslerinde geçerli, hem kendi yapılarında geçerli, hem de çalışacağı iş alanında geçerli bir anlam taşıyor. Bu açıdan, biz bu eğitime önem veriyor ve yapıyoruz. Bunlara katılan öğrenciler de, daha sonra, kredili ders olarak seçebiliyorlar. Kredili dersler dışında da, kendisi gönüllü olarak başvuruda bulunup devam edebiliyor. Ve bu ders, yüz saate kadar çıkabiliyorlar. Kaliteyle ilgili tatbikat veriliyor. Mesela bir genç diyebilir ki, “ben Başkent Üniversitesi’nin Kanal B’de çalışma yapmak istiyorum, ben ne yapayım?” Biz de onu oraya göndeririz. Hatta onunla ilgili bir öğretim elemanını da veririz yanına. O eleman onları getirir, burada bölümleri gezdirir, processleri görür çocuk. İşte fotoğraf çekme var, sizin yaptığınız gibi editörlük ya da spikerlik vasfı var. O da ayrı bir process. Daha sonra burada gezildiği yerlere bakıldığında, idari alanlar var. Bu sistem çalışmasa, ben bu konuşmayı size yapamam. Siz de böyle bir konuşma istemezsiniz. Demek ki bu processler yapısın öğrenci öğrenirse, bunu sosyal hayatına da yansıtır. Ben ileride doktora yapacağım dediğinde, kaç sene sonra mezun olacak? En az beş sene doktora sürecek. Ön lisans bitecek, lisans bitecek, master bitecek, doktora bitecek… Peki bu kadar süre içerisinde, sen hayatını tanzim edebiliyor musun? Tam bunu söyleyecektim. Aslında, hayat algısını, doğrudan öğrenciye adapte ediyor. Hayat algısı çerçevesinde, öğrencinin kendi hayatına dair bütüncül yaklaşmasını sağlıyor. Öğrenci hayatını parça parça değil de, hayatını bütün olarak görebiliyor bu süreç sayesinde. Tabi. Ayrı ayrı aktiviteler var. Lisedeki aktivite başka, üniversitedeki aktivite başka. Ama bunların hepsi olmadan, örneğin ilkokul öğrenimi olmadan bunlar olmaz. Demek ki ilkokulda dahi çocuklara, yaratıcılık ve yapıcılıkla ilgili programlar verilmeli. Bu programlar da başladı. Bizim ilköğretim okullarımızda da var. Benim gördüğüm kadarıyla da, ilkokulda çocuklara artık yaratıcılık ve yapıcılık, örneğin oyuncaklarla verilmeye çalışılıyor. Halbuki, daha evvelki eğitimde ezbere dayalı bir sistem vardı. Ezbere dayalı eğitim, yapıcılık ve yaratıcılık getirmiyor. Çocuk çok biliyor ama hayata uygulayamıyor. Uygulaması için de, işe gireyim, çalışayım, artık yok. O öğrenci artık bir CV yazdığında, onun içinde istedikleri hangi deneyimlerin olduğu, rekabet gücünü arttırıyor. Ezbere her şeye bilmek mümkün; bütün notlarım iyi. Hobilerim de gayet iyi, diyelim ki… Fakat senden istenilen, müracaat ettiğin yerin ihtiyacıdır. Sizden beklenen nedir? Siz ona göre hazırladınız mı kendinizi? Onunla ilgili deneyimleriniz oldu mu? Bu konular çok uzun uzadıya anlatılabilir ama esas olan, ister özel hayatta olsun, ister iş hayatında olsun, kullanılacak beceriler önemlidir. Bütün bunların hepsi, bu sürece uyar. Öğretileni, örneklere göre sıralamalısınız. Bu da process yapısıyla olur. Her bir sürecin sorumluluğu ve hedefi de ayrıdır. Her sürecin hedefi, sonuca doğrudur. Doktora yapıyorsan neler yaptığın, master yaparken ne pratikler kazandığın önemlidir. Bu süreç zaman alıcıdır. Ben gençlerde şunu görüyorum: Bize müracaat ederler. Mehmet Haberal’ın zamanında, öğrencilere de bunu öğretmemiz gerektiğine karar verdik. Biz de bunu o zamandan beri uyguluyoruz. Eskiden bize başvurular azdı. Ama artık, seçmeli dersler dışında da, öğrenciler bu programa gelip yazıyor. Öğrenci istekli oldukça, biz bunu öğretiyoruz. Öğrenci de, eğitim sonucunda bu farkın ne olduğunu anlıyordur. Elbette, anlıyor ve söylüyorlar. Ben artık kendi planımı kendim yapmasını öğrendim diyor öğrenci. Bir iş yapılırken hep birlikte karar verilmesi gerektiğini anladım diyor. Gerçeklere dayalı kararın ne demek olduğunu öğrendim diyor. Gerçeklere dayalı karar, kalite yönetim sisteminde, istatistik bilgilerdir. Siz sonuçta ne karar verirsiniz, bu öğrenilir. Siz bunu patrondan ya da tepe yönetimden istediğiniz zaman, acaba tam anlamıyla bunu bir istatistik verisine dayandırabiliyor musunuz? Diyelim ki ben öğretim yaptığım bölümdeki öğrencilerin daha çok iyi notla mezun olmalarını istiyorum. Peki bunun karşısında ne istiyorsun, rektör bunu sorar. Bunun karşılığında şu kadar hoca, şu kadar laboratuvar, şu kadar asistan isterim. Rektör buna kendi kalite grubuyla karar verdiği zaman, ben bunu bu sene veremiyorum… Şahıs da der ki, ben bunu beş sene sonra notları 20’den 25’e çıkartacağım. Karşılıklı bir taahhütte bulunulur. Demek ki, kaynak ihtiyaçlarını karşılayan tepe yönetimdir. Tepe yönetim kaynağı aktarır. Kaynak yönetimi en önemlidir. Bu para mıdır, insan mıdır? Kaynak dediğinizde, dünyada olmayacak hiçbir şey yok. Hava mıdır, iklim midir? Her şey kullanılır. Dolayısıyla kaynak belirlenmelidir.

Aslında tanımladığınız kalite yönetim sistemi, Başkent Üniversitesi’nde anket olarak uygulanır. Bireyin, toplumu mükemmelleştirebilmek adına, kendinden de kattığı farkları nasıl uygulayacağına dair bir yönetim modelidir. Çok güzel bir noktaya dokundunuz. Çünkü bunun eğitimdeki adı: Performans Mükemmeliyet. Sizin demin söylediğiniz örnekte, ben bu bölümde yetiştirdiğim öğrencilerin %80’nin iyi bir notla değerlendirilmiş olmasını amaçlıyorum. Ve bu nota da beş sen içinde geleceğim. Yani siz 25 senelik bir programda çalışırsınız, ama onun 25 senesini belirli aralıkta nerede olduğunuzu bildirmeniz gerekiyor. Dolayısıyla hep bir yerde istiyorsun – ne için istiyorsun, istediğin zaman ne veriyorsun? Bunları sorarsın. Bir noktada bu bir üründür. Öğrenciyi bir ürün olarak gösteriyorsun, bu ürünü elde etmek için de siz tepe yönetimden istiyorsunuz. Tepe yönetim de size soruyor, bana bir proje ver, ne kadar zamanda da bunları derece derece yapacaksın, bunları söyle… Sanırım YÖK (Yükseköğretim Kurulu) de bununla ilgili birtakım talepte bulunuyor. Her üniversitede her bölümde kaynak vermek zorunda. Bizde vardır, Beyaz Kitap diyoruz. Sizdeki Beyaz Kitap anlamında şunu söyleyebilir miyiz? Üniversitelerde sizin bu söyledikleriniz sisteme dökülmüş halde. Haliyle sonuçların da ortaya çıkıp çıkmadığı da ispatlanabilir. Elbette, girdi belli, çıktı belli… Soruyor, bunu ben size veriyorum. Siz bunu yapacağım diyemezsiniz. Her zaman bir taahhüt vardır. Her zaman tepenin yaptığı vizyon ve misyon doğrultusunda çalışılır. Bundan ayrı olamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kanun ve yönetmeliklerinden ayrı olamaz. Kalite yönetim sistemi evvela kanunlar ve onun altında yönetmeliklerle yapılabilir. Yani siz bir talepte bulunduğunuzda, kanunlara ve yönetmeliklere uymak zorunda. Bütün bunlar zor görünmektedir; ama esasında bunlar basit kurallardır. Sizin de bugüne kadar gösterdiğiniz gibi, başarılabilir şeylerdir de. Başarılabilir elbette. Şu var: Kalite yönetim sisteminin başlangıcı, kalite kontroldür. Daha sonra istatistiki kalite kontroldür. Sonra, toplam kalite yönetimine gelmiştir. Doğrudan doğruya, bir yerde performans mükemmeliyetinin sürekli iyileştirilmesi haline gelmiştir. O iyileştirmeyi de geçer, yaratıcılığa gelir. Ticaret yapan bir kurumun takip edeceği yol olduğu gibi, öğretimde de bu yapılmazsa, ticari elemanlar bunu kabul etmez. Sizin rekabet edebilecek güçte bilgi kazanmış kişiyi tercih eder. Yani en temel mantık şöyle: Üniversiteden mezun olduktan sonra iş hayatına ya da ticari hayata girecek olan gençler, oradaki firmaların ve kurumların beklentilerin ne olduğunu üniversiteden itibaren öğreniyorlar. Deneyimleri de yerinde görüyorlar. O yüzden mezun olduktan sonra, firmaların tecrübe beklentisini burada kısmi olarak da aşmış oluyorlar. Elbette. Bu olduğu zaman da, öğrenci, çok çabuk iş bulabilir. Öteki türlü, kendi istediği düzeyde bir iş bulamaz. Aslında, Başkent Üniversitesi’nin mezunları da iş hayatında oldukça başarılılar. Bu da bu sürecin bir sonucu. Evet, bu da tepe yönetim tarafından denilenlerin yapılmasıyla alakalı bir durum. Peki hocam, velilere ve öğrencilere Başkent Üniversitesi özelinde tavsiyelerin neler olabilir? Kimse kısa yoldan düşünmesin. İşte bu üniversite iyidir, bizim komşunun çocuğu da buraya gidiyor, ben de oraya göndereyim değil. Üniversitelerin durumunun ne olduğuna bakmaları lazım. Gençler bunu genellikle yapıyor. Gençler geldiği zaman, üniversiteleri ziyaret ediyorlar. Bakıyorlar, hocalarla konuşuyorlar. Görmek istediği laboratuvarlar oluyor, onları görüyorlar. Eğitime çocuğunu hazırlayan ailelerin bunlarla da ilgilenmesi lazım. Yani hangi üniversite acaba benim çocuğumu geleceğe hazırlayabilir? Muhakkak ki o genç ne olmak istediğini söylüyordur: Ben doktor olacağım, mühendis olacağım, işletmeci olacağım, tüccar olacağım… Acaba bunu en iyi veren ya da bununla ilgili kendini kanıtlamış üniversiteler nerelerdir, eğitim programları nelerdir… Bunlarla ilgili bilgiler edinmeli aileler. Aslında, veli bu konulara baktığında, kendi öğrenciliklerine göre daha avantajlılar. Yaşlarından da ötürü düşündüğümüzde, aileler başka üniversitelerle kıyaslamaya gidebilirler. Öğrencilerin buradaki beklentileri ile gerçek hayattaki beklentilerini aileler görebilecek durumdalar. Elbette. Her üniversitenin her şeyde ben mükemmelim demesi biraz iddialıdır. Ama deneyimli olduğu alanlar vardır elbette. Bu alanlardaki mezunları da incelenebilir. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı öğrenci alırken öğrencinin dil bilgisine bakar. Eğer Dışişleri Bakanlığı’na çocuk arzu duyuyorsa, muhakkak ki bir aile de, bu çocuğun yabancı dili yeterli derecede öğrenip öğrenmediğinden emin olmalı. Yahut matematik ya da sağlıkla ilgili becerileri iyi olan yerlerle ilgili yayınlar vardır. İnternetten araştırabilir. Aile, üniversitelerle ilgili çeşitli mecralardan araştırmalar yapmalıdır. Yani kısa vadeli bir bakışla öğrenciye okuyacağı yer seçilmemelidir. Hayatı boyunca başarılı olması istenen bir öğrencinin, muhakkak ki bazı şeylere ilgilisi vardır ve illa ki aileler de bunların neler olduğunu bilmektedir. Eğer o yolda gidecekse, hangi üniversitenin o konuda uzmanlaşmış olduğunu öğrenmelidir.

Sizin söylediklerinizle, Başkent Üniversitesi’nin öğrenciye söylediği çok şey olduğunu görüyorum. Çocuğun okuduğu bölüme bağlı olarak, liderlik duygusunu fazlasıyla geliştiren bir sistemden bahsettiğiniz görüyorum. Yani burada okuyan çocuk, hem kültürel olarak donanımlı olacaktır, hem de mesleki hayatına önde başlayacaktır. Elbette. Başkent Üniversitesi, her yıl sonunda değerlendirme yapar. Biz kaç öğrenci almışız, kaç öğrenciyi mezun etmişiz, bunlardan kaç tanesi bir işe girmiştir… Okulumuzda bunları araştırmak için kurumlarımız var. Bunları her zaman için bilebiliyoruz. Bir problem fark edildiğinde de, sistemle ilgili sıkıntı olduğunu fark edip, uyarıda bulunabiliriz. Üniversite değerlendirmeleri de sistematik olarak yapılmaktadır. Ama bu değerlendirilmelerin de dayandığı tek bir nokta var: Bizim misyonumuz ne? Misyonda diyorsa ki “ben uluslararası alanda tanınmış olmak istiyorum”, o halde uluslararası alanda başarısı ne, bunun istatistiğinin çıkması lazım. Her üniversitenin yayınları vardır. Bunları incelemek gerekmekte. Aile şunu bilmeli, benim öğrencim, öğrenimini iyi yapmış. Bunu bilmeli. Öğrenci neye yetenekliyse, öğrencinin ilgisinin olduğu alan neyse, ona göre öğrenci desteklenmeli. Tıpsa tıp, mühendislikle mühendislik, müzikse müzik… Ama illa ki bunlar değil. Ben Bilkent’ten hatırlıyorum. Birçok öğrenci gelmiştir ve “ben babamın hatırı için ekonomiyi bitirdim, şimdi müziğe müracaat ettim, müzisyen olmak istiyorum” demiştir. Dolayısıyla, çocuğun istediği neyse o seçilmeli. Başkalarının söylediklerine değil, çocuğun ilgi alanına bakılmalıdır. Çocuğun kapasitesini değerlendirecek eğitim kurumu tercih edilmelidir. Kimse ben her şeyde çok iyiyim diyemez. Böyle bir şey mümkün değildir. Bu yalnızca üniversiteye bağlı bir şey değildir. Öğrencinin de yetenekli olması gerekir. Eğitim üç şeyle olur: Bir yanda öğrenci, bir yanda öğretmen, bir yanda da eğitim materyali. Bu üç şeyle oluyor öğretim. Kısacası, aileler, bunlar hakkında öğrenmeli. Çocuğa karar hakkı tanınmalı. Hangisi en iyi üniversitedir diye bir soru sormanın manası yok. Bu genci ben nereye veriyorum, bu genç nerede yetenekli ve ne istiyor, bunlarla ilgili desteklemeli. Yoksa ben her şeyi en iyi yapıyorum diyen hiçbir yer yok dünyada. Genel olarak, şu şekilde sonuçlandırmak isterim: Başkent Üniversitesi misyon ve vizyonu gereği ortaya koyduğu hedeflere ulaşabilmek için iyi bireyler yetiştirir. Uluslararası anlamda rekabete açık, liderliği üstlenebilecek karakterdeki çocukları buradan mezun etmek. Amaç o. Vizyonumuz budur. Bunun için gerekli olan kalite yönetim sistemini burada tasarlamış ve yıllardır da uygulayarak artık pratiğe dökmüş ve pratiğin sonucunda da geri dönüş almıştır. Somut değerler anlamında, kurumunuz bunu bir yapıya dönüştürmüştür. Ancak veliler ve öğrenciler için de, sizin de söylediğiniz gibi, onların beklentileri, yetenekleri, hayattan nasıl keyif alacakları önemlidir. Veliler için, evlatlarını buraya emanet ettikleri zaman, burada tecrübe, birikim, altyapı ve akademik başarı bu beklentileri karşılayacaktır. Çok doğru. Tabi bunlar anlatıldığı zaman kimseyi korkutmasın. Evvela çocuğun – açıklaması uzun sürüyor. O zaman belki çekinirler. Bir kere çocuğun becerili olduğu ya da istekli olduğu alan ne… En başta bunun bilinmesi lazım. Elbette, işin ucunda o var. İkincisi, bu gence, bu vasıfları en iyi değerlendirebilecek hangi öğretim kurumu var. Veliler bunları araştırmalı. Belki beş tanesini bulur, ama kapasitesi yetmez; örneğin İstanbul’dadır ya da yurtdışındadır, buralara yollayamaz… Fakat çocuğun da devamlı desteklenmesi lazım. Yani eti benim kemiği senin hikayesi artık tarihte kaldı. Çocuk çalıştığı işten zevk almalı. Kendi kapasitesinde iş bulmalı. İş olsun da ne olursa olsun diye bir şey olmaz. Üniversiteye gelen gencin, muhakkak suretle istekli olduğu alanın ailesi tarafından belirlenmeli. Aileler bunları incelemeli. İnterneti inceleyebilir. İnternette bütün üniversiteler kendilerini tanımlar. Orada bütün bilgiler mevcuttur. Ailenin dil bilgisi iyiyse, bunları araştırabilir. Mesela Amerika’da 1000 tane yükseköğretim kurumu vardır. Ama incelendiğinde, 20’yi geçmez nitelikli olanlar. Ama o değerlendirmeler herkese göre değişir. Yani, yüz sene önce iyi olan bir yer şu an kötü olabilir. O yüzden aileye büyük görev düşüyor. Genci iyi tanımalı, onun isteklerini dinlemeli, beraberce tartışmalı… Böyle olursa, genç de bir yeri seçerken daha dikkatli olur. Yoksa burası en iyi üniversitedir diye bir yer yok. Evet tanınmış üniversiteler vardır ama benim çocuğum bir birey. Bu bireyin istekleri var, arzuları var; bir de şimdiye kadar sergileyebildiği becerileri var. Bunun için ben hangi kuruma gitmeliyim, iyice düşünmek lazım. Başkalarından duyulan şeyle yetinmemek lazım. Bir çocuk var, bir öğretim var, bir de oradaki müfredat var. Oradaki müfredatlar önemli. Örneğin kalite dediğinizde, kimisi kalite kontrol diyorlar halen. Kalite kontrol, belki taş devrinden beri var. Ama günümüzde düşünce değişti. Yani ben on öğrenciye bir öğretim üyesi tahsis edebilecek güçte bir kurumum demek yeterli değil. Hatta iki kişiye bir öğretim elemanın düşmesi de yetmiyor. Çıkış ne? Elde edilen ürün ne? O ürün, çocuğun yetişme derecesi ve mutlulukla çalışabileceği bir yer olmalı. Ne yazık ki süremizin sonuna geldik. Estağfurullah. Her şeyden önce verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. Ben de bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ve bizim üniversitemizin de böyle bir program içinde, azami güçte çalıştığını söyleyebilirim. Bütün neticelerin nerelerde olduğunu benim söylememin imkanı yok. Ama bir veli, bu bilgilere ulaşabilir. Benim oğlum / benim kızım ne olmak istiyor. Çünkü olur olmaz yerde iş bulduğun zaman, yükselme imkanın engellenir. Ama kalite yönetim sistemi bilgileriyle yetişmiş bir kimse, zaten neyi kimden isteyeceğini gayet iyi öğrenir. Aile, üniversite, hoca hepsi birlik içinde çalışmalı. Kalite bir şey öğretmez. İstersen kaliteyle ilgili yüz tane ders koy, önemli değil. Çocuğun kalitesi, sistemin getirdiği kurallar ve o kurallara uyabilme ile, kendi iş hayatını, kendi eğitim hayatını tasarlayabileceği yeteneği kazanmalı. Başkent Üniversitesi bunu sağlıyor. Sanırım ki tepe yönetimden, bu üniversitenin kurucularından, bunlarla ilgili de bilgiler öğrenebilirler. En azından Kanal B’ye başvursunlar. Bununla ilgili bilgileri nasıl öğrenebiliriz desinler. Ya da kütüphanelere baksınlar. Herkesin öğrenebileceği bir şey vardır. Ne kadar araştırırsanız o kadar bulursunuz. Sonrası da karar ve kapasite meselesidir. Tekrar verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Ben teşekkür ediyorum. Programımızın sonuna geldik. Sayın seyirciler programımızı izlediğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Herkese iyi günler diliyoruz.
DAHA FAZLASINI GÖRÜNTÜLE

İLETİŞİM FORMU

  • Facebook Link
  • Twitter Link
  • VK Link
  • Telegram Link
  • Instagram Link